Edebiyatın yaşamda daha etkin olmasını isteyen, sanatçıya yaratma gücü veren romantikler, var olanı yansıtırken kendi doğrularını da yarattılar. Bir yapıtın değeri, var olana benzemesinde değil uyandırdığı coşkuda, saçtığı aydınlanmadadır dediler.
Karşıtları (yerel-evrensel, maddesel-duyusal) bir araya getirerek bütünleştiren sanat yapıtlarının değerinin bunların yarattığı gerilimle ölçülmesini öneren romantizm, “güçlü duyguların birdenbire taşması” olan şiirin amacını, “gerçeği tutkulu bir biçimde insanların yüreğine ulaştırmak” diye tanımladı.
Shelley, şiirin “dünyanın üstünde görünen örtüyü alıp orada uyuyan çıplak güzelliği” ortaya çıkardığını; Hugo, sanatın güzelin yanında çirkine de yer vermesi gerektiğini, güzel bir sanat yapıtının çirkini de içerdiğinde yücelik katına yükseldiğini söyledi. Haklı mıydı?
Bir yanıt yazın